Uzun bir süreden sonra tekrardan merhabalar. Hemen söyleyeyim askerden geldim arkadaşlar :)
Ciddi ciddi bitirdim geldim ve üç haftadır da evimdeyim.
Askerlik anısı filan anlatmayacağım içiniz rahat olsun. Sadece mutluluğumu, üzerimden kalkan bir sorumluluktan sonra ne halde olduğumu paylaşmak istiyorum.
Şu anda bilgisayarımdan yazıyorum bunları. Klavye fare filan var ya onları kullanarak yazıyorum.

İnanması bana çok güç geldi, kendimi yeni yeni alıştırdım diyebilirim bu duruma.

Yaklaşık üç hafta önce Kıbrıs’ın bi köyünün bi taburundan sabah 6 gibi 4 arkadaş ile birlikte çıktık. Birbirimize sarıldık “bitti dışarıdayız” diye. Ama ben yine her zaman olduğu gibi sakin durmaya çalışıyorum çünkü her an geri çağırabilirler endişesi hakimdi bende. Belli etmemeye çalışıyorum ama özgürlük şok etkisi yaptı bizde, birbirimize tekme tokat gireceğiz o derece mutluyuz.

Doğru taksi ile havaalanına gidiyoruz ama aklımda hep aynı soru “ya bitmediyse ?, ya benim çıkış tarihim yanlış hesaplanmışsa ?“. Sanki köşede biri çevirecek bizi “Yunus Emre gel senin daha bitmedi akşama da nöbetin var” diyecek gibi bir his var içimde. Bu düşünceler ile Lefkoşa havaalanına geldim. Uçağın kalkmasına 4 saat var ben kafayı yiyeceğim orada “hadi binelim gidelim” modundayım. Bir şekilde 4 saati geçiriyorum hudut geçiş belgelerimi inzibatlar kontrol ediyor ben bekliyorum ki desinler; “sen niye geldin ki daha senin çok var bitmemiş” ama bana “geç” diyor. “Geçiyim mi gerçekten ?” diye sormak geliyor içimden korkudan soramıyorum ve dış koşar adımlarla arkama bakmadan ilerliyorum. İçimdeki o his, o korku, o endişe geçti mi ? Hayır.

Biniyorum hemen uçağa ve motorlar çalışıyor. Tamam sanırım bitti gibi, gidiyorum gibi bir düşünce hakim oldu bende. Uçak havalandı ama yinede hani 2 tane f-16 gelecek çek kenara deyip alacaklar beni diye bekliyorum. Oda olmuyor. Bildiğin Ankara’ya indim. Nöbetlerde uzun uzun baktığım Beşparmak dağlarının ardındaki ülkedeyim, Türkiye’deyim.  Şaka gibi ama değil gibi.

Ankara’ya indikten sonra hemen tren garına koştur koştur gidiyoruz arkadaşla. Neden koşuyoruz hiçbir fikrimiz yok ama koşuyoruz işte. Sonrasına hızlı trene atlıyorum ve 2 saat 45 dakikalık dünyanın en uzun yolculuğu başlıyor benim için. Ve mutluluğun pik noktalara ulaştığı o ses “Sayın yolcularımız Konya’ya yaklaşmış bulunmaktayız, lütfen bavul çanta falan filan“. Konya’ya yaklaştık dedikten sonra ben algıları tamamen kapattım. Yaklaştık çünkü gerisi hiç mühim değil. Mübarek topraklara ayak bastım fakat fren garında beni karşılayan yok. Niye yok, haber vermedim çünkü, daha iki gün sonra geleceğim diye biliyorlar.

Evin önüne geliyorum. Beş buçuk ay önce çıktığım evin önündeyim. 5. kata çıkıyorum asansör çık çık bitmiyor.

Ve o an :D

Zili çalıyorum kapıyı kardeşim açıyor. Annem içeriden kim gelmiş diye kapıya yöneliyor ve o şaşkınlıkla sarılıp ağlaması bir oluyor.  Ama ben ağlamıyorum. Tabi yerseniz.
Ben yiyorum hemde öyle böyle değil. Ne bulduysam yiyorum. Askerdeyken gelince neleri yiyeceğim diye liste yapmıştım unutmayım diye. Listeye bakıp bakıp yiyorum.

Halıya basıyorum. Koltuğa oturuyorum. Çorabımı çıkartıp halıya tekrar basıyorum. Sonra koltuğa da basıyorum. Halıya oturuyorum. Buzdolabını açıyorum. Dolaptan  bir şeyler alıp halıya basarak yiyorum.

Ve o gece kendi yatağıma yatıyorum. Gözlerimi açıyorum bu sefer tavanı görüyorum. Üstümdeki ranzanın altında yazan “şafak cart curt” yazıları yerine bildiğin tavanı görüyorum. İşte o zaman “tamam bitti” diyorum. Olay tavanda aslında.
Hakikaten bitti :)
Saygı sevgi ve bütün iyi dileklerle herkese selam olsun..  Tekrar hoşgeldin ben!